SEVECEN Sayı: 28 - 2019
281 Odamdaki masamda elimde kâğıt hiçbir yere varamıyordum. Niye her gün yaptığımız bir şeyin nedenini bulmak bu kadar zor oluyordu? Aslında bu durum neden düşündüğümüzü, hiç düşünmediğimizi gösteriyordu. Derdimi anlatmak için babama gittim. Ona olanları anlattıktan sonra bana mahalledeki aşevini, kafeyi ve barınağı sırayla ziyaret etmemi söyledi. Nedenini anlamasam da içimde bir heyecanla bisikletimi alıp yola çıktım. Bisikletimi aşevine kadar sürdüm ve tenha bir köşeye dayayıp yere oturdum. Hafif bir karanlık ve soğuk, günün sonuna hükmediyordu ama hava güzeldi. Aşevinin ışıkları, yemek bulabildiği için mutluluk dolu yüzleri aydınlatıyordu. Acaba aşevi fikrini kim bulmuştu? İşte böylece kâğıda yazacağım ilk şeyi bulmuştum. Bisikletime atladım, bu sefer kendimden emin bir şekilde kafenin yolunu tuttum. Burası, sıradan ve sıkıcı kafeler gibi değildi. Duvarlar, modaya uygun bir renk yerine insanı heyecanlandıran farklı renklere boyanmıştı. Yanı başınızda dolaşıp sizi her daim mutlu etmeye çalışan garsonlar yoktu. Servisinizi kendiniz yapıyordunuz. Kendiniz için bir şey yapmak, diğer insanların sizin için yapmasından daha iyi, diye geçirdim içimden. Bu kafede dikkatimi çeken ve en beğendiğim şey, duvarda duran makineydi. Bu makine yemeğinizi aldıktan sonra size bir numara veriyordu. O numara hangi masaya oturacağınızı gösteriyordu. Böylece hayatınızdaki aynılıktan kurtulup yeni insanlarla tanışma fırsatınız oluyor, onlarla yemek yiyordunuz. Kâğıdımı makinenin üstüne koyup hemen yazacağımı yazdım ve barınağa doğru bisikletimi sürmeye başladım. Barınağa vardığımda hava iyice kararmıştı. Güneş tam olarak yok olmuştu ve İzmir o tatlı gecelerinden birini daha yaşıyordu. Barınağın girişinde ışığı yanan bir kulübe vardı. Kulübenin camından içeriye baktım. İçeride genç bir veteriner ve küçük bir köpek vardı. Köpeğin ayağındaki bandaj, onun az önce veteriner tarafından iyileştirildiğini gösteriyordu. Veteriner telefonla konuşuyordu. Telefonu kapattığında gözünden yaşlar süzülmeye başladı. Küçük köpek veterinerin eline patisini koydu ve yüzünü yalamaya başladı. Kâğıdımı kulübenin duvarına dayayıp son cümlemi de yazdıktan sonra bisikletime atladım ve eve doğru pedal çevirdim. Ben bisikletimin üstündeyken yağmur başladı. Kâğıdım biraz ıslandı. Saçlarımdan su damlaları alnıma akarken hiç rahatsız olmadım. Bir sonraki sabah sokak hayvanlarının ve esnafın özlemini duyduğu güneş yeniden doğmuştu. Okula vardım. Yine matematik dersi vardı. Öğretmen, yeni bir şey öğretiyordu. Mutlak değer çizgisinin önüne eksi koyarsak mutlak değer ile birlikte artıya dönüşen sayı yeniden eksi oluyordu. Ben bunu bugün ilk kez görüyordum ama dün akşam olanlar bana yaşamın artı ve eksilerinin eş değer olduğunu öğretmişti. Mutlak değere karşı olan düşüncelerim değişmişti. Türkçe dersini sabırsızlıkla bekledim. Öğretmenin yüzünde yine o sıcak gülümseme vardı. Sanki başından beri neler olacağını biliyordu. Ayağa kalktım, ödevimden elde ettiklerimi yüksek sesle okumaya başladım: “Düşünmek gerekir mi? Evet ama sadece düşünmek yeterli değildir. Başkaları için düşünmeliyiz, farklı düşünmeliyiz, öğrenmek için düşünmeliyiz, insanları anlamak için düşünmeliyiz ve insanlara yaptığımız büyük iyilikleri değil bize yapılan küçük iyilikleri düşünmeliyiz çünkü iyiliğin ve düşüncenin büyüğü, küçüğü yoktur. Düşünün arkadaşlar, düşünmek önemlidir.”
RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=